BaÅŸkent Ankara'nın Tarihçesi
Türkiye Cumhuriyet’inin baÅŸkenti olan Ankara kenti topraklarına, çok eski tarihlerde yerleÅŸilmiÅŸtir. Bunda en büyük etken, bu topografya koÅŸullarının ve Anadolu yolları üstündeki konumunun, merkez rolü oynayabilecek bir kentin kurulmasına elveriÅŸli olmasıdır. Orta Anadolu’da aÅŸağı yukarı bütün kentler bir ova çevresinde, daha doÄŸrusu, bu ovaları çevreleyen daÄŸların yakınında kurulmuÅŸtur. Ankara da, ortasından Ankara çayının geçtiÄŸi bir ova kenarında yer alır. Bent deresi, İncesu ve Çubuk suyu bu ovada, kente yakın bir noktada birleÅŸirler. Söz konusu ova, öbür Anadolu kentlerinin kurulduÄŸu ovalardan küçük olmakla birlikte, korunmaya elveriÅŸli bir yerde olduÄŸu için, çok erken tarihlerde yerleÅŸmeye açılmıştır. Ankara’nın yüzey ÅŸekillerinde, yükseltileri 1000 m-1200 m arasında deÄŸiÅŸen ve vadilerle derin bir biçimde yarılmış yaylalar ile üstlerindeki birkaç yüz metre yükseklikte sırtlar ve tepeler ağır basar. Bent deresinin dar vadisi, günümüzde Ankara kalesinin bulunduÄŸu tepeyi, yaylanın ovaya egemen dik kenarından ayırarak, korunmaya elveriÅŸli bir yer hazırlamış, Hititler, Frigyalılar ve Galatlar döneminde hep aynı yerde olan kent, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de yerini deÄŸiÅŸtirmemiÅŸtir. GeçmiÅŸ dönemlerde hep bir kale kenti rolü oynayan Ankara’nın günümüzdeki görünümünde de, ova zemininde yükselen kale hemen dikkati çeker. Kentin adı, eski dönemlerden günümüze kadar çok az deÄŸiÅŸiklik geçirmiÅŸtir. Hititler döneminde kentin hangi adla kurulduÄŸu bilinmemektedir (Hititlerin Ankuva adlı kentinin yerinde kurulduÄŸu ileri sürülmüÅŸse de, bu konudaki bulgular yeterli deÄŸildir) Buna karşılık Frigyalılar döneminde adının Ankyra olduÄŸu bilinmektedir. Bu adın “gemi çapası” anlamına gelen “anker” den türediÄŸi, Frigya kralı Midas’ın bir gemi çapası bulduÄŸu yerde kenti kurarak bu adı verdiÄŸi ileri sürülmektedir. Ama bazı tarihçilerde kenti Galatların kurduÄŸunu ve Mısırlılarla yaptıkları savaÅŸta, ellerine geçirdikleri Mısır gemilerinin çapalarını zafer ganimeti olarak yanlarına aldıklarını, bundan esinlenerek kentlerine de Ankyra adını verdiklerini ileri sürmektedirler. Romalılar döneminde gemi çapası Ankara kentinin arması olarak kullanılmış ve sikkelerin, madalyaların üstüne çapa simgesi basılmıştır. Daha yakın dönemlere iliÅŸkin bazı Türk-İslam kaynaklarındaysa kentin adının Engürü olduÄŸu, bunun da farsça engür (üzüm) sözcüÄŸünden geldiÄŸi belirtilmektedir. Ankara kalesinin halka “angarya”yla yaptırılmasından kente Angara adının verildiÄŸini ileri sürenler de vardır. Günümüzdeki Ankara adı, çok eski dönemlerden bu yana kullanılan çeÅŸitli adların, az çok deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸramış biçimidir.
Ankara ve çevresinde yapılan arkeoloji kazıları sonucunda YontmataÅŸ devrinden kalma araç-gereçlerin ortaya çıkarılmış olması, kentin geçmiÅŸinin yazılı tarihten çok öncelere uzandığını gösterir. Yöredeki ilk yerleÅŸme merkezinin Anadolu’da ilk siyasal birliÄŸi saÄŸlayan Hititler döneminde kurulduÄŸu sanılmaktadır. İ.Ö. VIII. yy’da Ankara ve çevresi Frigyalıların eline geçmiÅŸ, İ.Ö. VIII. yy’da Frigyalılar Lidyalılara bağımlı hale gelmiÅŸler, İ.Ö.547’de Lidya kralının Perslere yenilmesinden sonra da Pers eÄŸemenliÄŸi baÅŸlamıştır. Batı Anadolu’daki Sardeis (Sardes) ile İran’daki Susa kentleri arasında uzanan Kral yolu üstünde yer alan Ankara, Persler döneminde önemli bir konaklama ve ticaret merkezi haline gelmiÅŸ, Anadolu’da Perslerin egemenliÄŸine son veren İskender, büyük DoÄŸu Seferi’ne giderken, Ankara’da konaklamıştır. İ.Ö.III.yy’dan baÅŸlayarak Galatların merkezi olan Ankara, İ.Ö.II.yy’da Roma İmparatorluÄŸu’na katılmış ve önemli bir askeri merkez haline gelmiÅŸ, Galatlar zamanında tepeden ovaya doÄŸru yayılmaya baÅŸlayan geliÅŸmesi Romalılar döneminde surların onarılan, tapınaklar, hamamlar ve hipodrom yapılan (günümüze bu yapıtlardan Augustus tapınağı ile Roma hamamının bir bölümü kalmıştır) kent, Bizans döneminde, (395-1073) etekten kaleye doÄŸru çekilerek, kalın bir dış surla çevrildi ve tam bir OrtaçaÄŸ kenti görünümü aldı. 1071’de Selçukluların Malazgirt zaferini kazanarak Anadolu’ya girmelerinden sonraki yıllarda Ankara, Bizanslılar ve Selçuklular arasında birkaç kez el deÄŸiÅŸtirdi. Selçuklular döneminde Ankara kenti, kalın surlarla çevriliydi ve askeri önemini korumaktaydı; ama ana ulaşım yollarına göre sapa kaldığından ticari önemini yitirmiÅŸti. (Ankara’daki Selçuklu yapıtları, Konya, Sivas, Kayseri’dekiler kadar çok ve önemli deÄŸildir: o dönemden kalma baÅŸlıca yapıtlar arasında Alaaddin camii ve Çubuk çayı üstündeki Akköprü sayılabilir.)
1304 yılında İlhanlıların eline geçen Ankara, 40 yıl süreyle onların yönetiminde kaldı. (Selçuklu ve Osmanlı dönemleri arasında kentin, Anadolu’da geniÅŸ toprakları ve yetkileri olan Ahiler tarafından yönetildiÄŸi söylenir.) Osmanlılara ilk olarak Orhan Bey zamanında geçti. (1356) kısa bir süre için el deÄŸiÅŸtirdikten sonra Murat I tarafından yeniden (1360) alındı. 1402’de Çubuk ovasında Yıldırım Beyazıd ve Timur arasında yapılan savaÅŸ, Osmanlıların yenilmesiyle sonuçlanınca Osmanlı ÅŸehzadeleri arasındaki taht kavgaları arasında Ankara da bir süre ÅŸehzadeler arasında el deÄŸiÅŸtirdi; sonuçta Çelebi Mehmet’in Osmanlı tahtına çıkmasıyla (1413) Ankara, Anadolu eyaletlerinin bir sancağı haline geldi. XVIII.yy’daki Celali isyanları sırasında İstanbul üstüne yürüyen bütün isyancılar önce Ankara kalesini almak istedikleri için, sınırdan uzakta bulunmasına karşın, Ankara kalesi sürekli saÄŸlam tutuldu. XVII ve XVIII.yy’larda Ankara, çevresindeki ovalarda iyi cins tahıl ve meyve yetiÅŸtirilen, otlaklarında iyi cins hayvan (koyun, keçi, at) beslenen, yerel sanayisi geliÅŸmiÅŸ bir kentti. Ankara keçilerinin tüyünün Ankara’da ve çevre kasabalarda iÅŸlenerek tiftik haline getirilmesiyle yapılan dokumalar, İstanbul ve İzmir üstünde Mısır’a, Avrupa’ya satılırdı. Ama XIX.yy’ın baÅŸlarında Avrupa’da sanayinin geliÅŸmesi yüzünden Ankara’da tiftik sanayisi gerilemeye baÅŸladı; el tezgahları azaldı; tiftik keçileri bakımsızlık yüzünden eski deÄŸerini yitirdi. İktisadında tiftik sanayisinin önemli rol oynadığı Ankara XIX.yy’da bir yandan bir gerilemelerden ötürü, bir yandan da sıtma hastalığının yaygınlaÅŸması ve yangınlar yüzünden iyice gerileyip bir kasabaya dönüÅŸtü. Balkan savaşından sonra Rumeli ülkelerinin yitirilmesiyle ülkenin batı sınırlarının İstanbul’a iyice yaklaÅŸması üstüne, devlet merkezinin Orta Anadolu’ya taşınması söz konusu edildiyse de, bu konuda Ankara kenti düÅŸünülmedi. Buna karşılık KurtuluÅŸ savaşını Ankara’dan yöneten Atatürk, savaşın en kötü günlerinde kendisine destek olan kenti, 13 Ekim 1923’te baÅŸkent haline getirdi. Cumhuriyet sonrası:
1923’te Türkiye Cumhuriyetinin baÅŸkenti olan Ankara, hızla geliÅŸti. Eski semtlerdeki boÅŸ yerler yapılarla dolarken, yeni semtler de kuruldu. Bataklıklar kurutularak sıtma tehlikesi ortadan kaldırıldı. Kentin su gereksinimini karşılamak için Çubuk barajı yapıldı. Cadde kenarları, eski yangın yerleri, parklar aÄŸaçlandırılarak kentin görünüÅŸü deÄŸiÅŸtirildi. 1926’da yapılan sayım denemesinde 57.800 olarak saptanan nüfus, 1927 genel nüfus sayımında 74.553’e yükseldi. 1945’te 200.000’i aÅŸtı (227.000 nüfus) Nüfustaki bu artış kentin alanını da geniÅŸletti ve kuruluÅŸ yıllarında kalenin bulunduÄŸu tepede yer alan, XIX.yy’da bir surla kuÅŸatılan kent, ovaya yayılıp, ovayı sınırlayan karşı tepelere ulaÅŸtı. Devlet merkezi olması nedeniyle aşırı nüfus yığılmasının sonucu, kent çevresi de hızla gecekondularla doldu. Günümüzde Ankara kenti eski yerleÅŸme alanını her yönden aÅŸmış ve geniÅŸ bir alana yayılmıştır. Eski kesimi iki bölümden oluÅŸur. Hisar tepesinde yer alan Kaleiçi; bu tepenin ortasından ovaya doÄŸru yayılan ve günümüzde ortadan kalkmış bulunan ova surları içindeki mahalleler. Eski Ankara’da son yıllardaaçılan caddeler boyunca dizilmiÅŸ çok katlı yapılar ve alanlar bulunmasına karşılık, küçük kerpiç yapılı evlerin yer aldığı dar ve dolambaçlı yollara da rastlanır. Tarihsel yapılar da kentin bu eski kesiminde yer alır. (Augustus tapınağı; Roma hamamı kalıntıları; Osmanlı döneminden kalma camiler) Ankara kalesi, tepenin yüksek bölümünü kaplayan bir iç kale ile çevresini kuÅŸatan dış kaleden oluÅŸur. Dış ve iç kale surları arasındaki alan ile iç kalenin kuÅŸattığı alan, dar sokaklar boyunca dizilmiÅŸ eski evlerle kaplıdır. (Ankara’ya özel bir görünüm kazandıran bu evler, kurulan ahÅŸap iskelet boÅŸlukların kerpiçle doldurulmasıyla yapılmıştır; duvarları, kireçle badanalıdır.) Ama son yıllarda bunların çoÄŸu yıkılmış, kale dışındaki mahalleler hızla geliÅŸmiÅŸ, geniÅŸletilen ya da yeni açılan yollar ve alanlar boyunca çok katlı yapılar yükselmiÅŸtir.
Cumhuriyetten önce yalnızca Kaletepe çevresinde yayılan Ankara, cumhuriyetle birlikte geliÅŸmeye baÅŸladı. O zamanlar kentin iÅŸ merkezini oluÅŸturan günümüzün Ulus alanına açılan caddeler boyunca, yeni yapılar kuruldu. (eski Türkiye Büyük Millet Meclisi; Ankara Palas) 1930-1940 arasındaki dönem, Ankara’nın geniÅŸleme dönemi oldu. H.Jansen’in yaptığı plana göre kent Kaletepe çevresinde yeÅŸil ÅŸeridin (baÄŸlar, bahçeler) dışına taÅŸtı. Ankara’nın kale dışındaki mahalleleri, caddeler açılarak geniÅŸletilirken, güneyde de YeniÅŸehir kuruldu. Kent kısa sürede Cebeci ve Maltepe yönünde geniÅŸledi. Çankaya’ya doÄŸru uzanan kesimlerde bakanlıklar ve elçilikler kuruldu. 1940’ta yapılan sayımda nüfusu 157.000 olan kentin geliÅŸmesi, İkinci Dünya savaşının bunalımlı yıllarında yavaÅŸladıysa da kentin çevresinde ikinci bir ÅŸerit Gazi EÄŸitim Enstitüsü, Atatürk Orman ÇiftliÄŸi, Harp Okulu üstünden Dikmen ve Çankaya’ya uzanan bu ikinci ÅŸerit üstünde sonradan Anıtkabir yapıldı) 1950’de nüfusu 288.000’e yükselen Ankara’da iÅŸ merkezi Ulus’tan YeniÅŸehir’e kaydı; kent, Maltepe yönünde geniÅŸledi ve Bahçelievler’in ilk bölümleri kuruldu.
1950-1960 döneminde ikinci yeÅŸil ÅŸerit de atlanarak, kentin alanı daha da geniÅŸletildi. Yeni semtler kuruldu (Yenimahalle, Aydınlıkevler, Gazi Mahallesi, Anıttepe); ayrıca eski baÄŸların yerine sürekli yerleÅŸmeler yapıldı. 1960-1970 yılları arasında yoÄŸun bir yapı çalışmasına giriÅŸilerek Kavaklıdere, Çankaya ve Ayrancı kalabalıklaÅŸtı. Yenimahalle’ye, Karşıyaka, Demetevler gibi yeni semtler eklendi ve bu kesim ile Atatürk Orman ÇiftliÄŸi arasındaki boÅŸluklar hızla doldu.1965’te 902.000’e yükselen kent nüfusu, 1970’te ilk kez 1 milyonu aÅŸtı (1.236.000 nüfus) 1980’de 1.877.755, 1985’te 2.235.035 oldu.






